Ufuk hep vardır. Görürüz, varlığını biliriz, ulaşmak isteriz ama bir türlü ulaşamayız. Ancak bu istek ve umut hep içimizde yaşar, bir ileri adımı atmak için bizi uyarır. Bu yolculukta zaman zaman tökezleyebilir, ilerlemek için gereken enerjimizin kalmadığını düşünebiliriz. İşte o zaman durup geriye bakar ve hiç de küçümsenmeyecek bir yol katettiğimizi görebilirsek koşmaya devam etmek için gerekli istek ve enerji yeniden geri gelecektir.
Bu günlerde hepimizin dönüp bir kez geriye bakma zamanıdır deyip şöyle bir geçmişime uzandım.
1973 yılında İstanbul Erkek Lisesi’ni bitirip iyi bir puan aldığımda ‘ben ne olayım’ diye düşünmüştüm. çocukluktan beri doğa ve canlılara karşı çok ilgili olmak ve aynı ilgiyi paylaştığım doktor olan dayım dışında beni Tıp Fakültesine götürecek bir neden yoktu. Tabii bir de hep rahmetle andığım çok yakın arkadaşımın babası Dr. Arif Akşehirlioğlu’nun ‘Savaş olur, kıtlık olur; biri tavuk, biri ekmek getirir, oğlum sen doktor ol!’ tavsiyesi.
Tıp Fakültesinde okumak kolay ve zevkliydi ama doktorun ne iş yaptığını ancak 3. sınıftan sonra anlamaya başladım. Değişiklik ve yurtdışını görmek hevesi ile İsviçre’de staj yapma fikri çok çekici idi. Yaptığımız başvuru önce ‘bu da nereden çıktı, yurtdışında staj mı olur?’ diye geri çevrildiyse de nazik ısrarlarımız sonucunda kabul edildi. Böylece İstanbul Tıp Fakültesi tarihinde ilk kez (1976 yazı) üç kişi İsviçre’de staja gittik ve bu yönetimce de daha sonra kabul edildi. Bu başlangıcın ardından, bugün önemli görevlerde bulunan pek çok kişi aynı yolu takip etti, farklı ülke ve hastanelerde değişik stajlar yaptı.
Bu benim için bir taraftan gerçek klinikle ve gerçek doktorlukla ilk tanışmaydı, diğer taraftan da farkında olmadan meslek hayatımın yolu çizilmeye başlamıştı. Cerrahi stajı için gittiğim Kantonsspital Frauenfeld’de ortopedi uzmanı Dr. Urs Romer’le çalışmaya başladım. Temel cerrahi bilgilerini bile daha yeni öğrenmekte olan birisi için, ortopedi oldukça karışık ve özellikli idi. Dr. Romer çok iyi bir cerrah ve özellikle endoprotez uzmanıydı ve son dönemlerin aktüel yöntemi Wagner Yüzey Değiştirme artroplastisini yoğun bir şekilde uyguluyordu. Tüm zorluğuna karşın ortopedi zevkli ve çekici idi ve ben geri döndüğümde artık kafamın içindeki uzmanlık tercihim belli olmuştu. Şimdi o günleri düşündüğümde benim neyi ne kadar seçtiğimi ya da seçtiğimi zannettiğimi ve aslında bazı şeylerin nasıl da kesiştiğini daha iyi anlıyorum.
Ortopedi stajına hevesle başlamıştım ve vakaların tartışıldığı çarşamba toplantısında en arkada stajyerler olarak oturuyorduk. Tüm ortopedi kliniği eksiksiz olarak orada idi ve adını hep saygı ve sevgi ile andığım rahmetli Prof. Dr. Fahri Seyhan hocamız toplantıyı yönetiyordu. Femur başı avasküler nekrozu tanılı genç bir hastada tedavi tartışılıyordu; bilinen bir çok yöntem söylendi. Sonunda bir sessizlik oldu ve ben cesaretimi toplayıp Dr.Romer’in yaptıklarını hatırlayarak ‘acaba sadece eklem yüzeylerini değiştirecek bir ameliyat yapılamaz mı?’ diye sordum. Fahri Hoca’nın hızla geriye dönüp ‘sen kimsin?’ diye soruşunu bugün aynı heyecanla hatırlıyorum. Hoca yöntemi uygulamaya başlamak üzere idi ve bir öğrencinin henüz uygulanmamış ve bilinmeyen bir konuda bilgi sahibi olması onu şaşırtmıştı. Bu da yine bir taraftan ortopediyle olan ilişkimi daha güçlendiren ve giriş kapısını açan bir olaydı; diğer taraftan da farkında olmadan ihtisas bitirme tezimin konusu, daha ihtisasa girmeden belirlenmekte idi.
Nisan 1979’da Ortopedi Kliniğine girdim. Birlikte sınavı kazandığımız sevgili arkadaşım Azmi Hamzaoğlu hemen çalışmaya başladı, bense 8 gün güzel bir tatil yapıp geldim. Bu yüzden nöbetleri benim kıdemlim olarak tuttu! Bizim uzmanlık eğitimimiz zor ve yoğundur, ama ben o günleri hep tatlı bir mutlulukla hatırlıyorum. Orada kurulan ilişkilerin hep farklı özellikler taşıdığına inanıyorum. Başarının temelinde işin severek yapılması, özgürce düşünüp davranabilmek, yenilik ve değişimlere açık olmak gibi faktörler yatar. Asistan için bunlar çok da kolay uygulanabilir şeyler değildir, yerleşik ve tartışılamaz bazı kurallar vardır. Bunlardan çok hoşlanmasam da, bugün sahip olduğumuz iş disiplini ve düşünme sistematiğinde başlangıçta alınan bu tür bir eğitimin önemini daha iyi anlıyorum. Hocaların mesafeli ama ulaşılabilir varlıklarının yanında, özellikle başasistanlarımızın hem kendilerini hem de bizleri yetiştiren kilit noktalar olduklarını hatırlıyorum. Eğitimde başasistanlık kurumunun mutlaka korunması gerektiğini düşünüyorum.
Günümüzde tüm tıp dallarında kullanılan yabancı dil İngilizcedir. Ben Ortopedi ve Travmatoloji’de Almanca’nın çok geçerli ve önemli olduğu bir dönemin avantajlarını yaşadım. Türk- Alman Ortopedi ilişkileri çerçevesinde düzenlenen toplantılar 1980 yılında başladı ve ben başlangıçta yalnız olarak, sonra da sevgili arkadaşım Ömer Taşer’le birlikte bu toplantıların simultane tercümanlığını yaptım. Bu ilişkilerin kurulup yürütülmesinde Prof. Dr. Rıdvan Ege, Prof. Dr. Alp Göksan ve Prof. Dr. Mustafa Yücel’in gayret ve katkılarını teşekkürle anıyorum. Bu sayede edindiğimiz dostluklar, sonraki sosyal ve bilimsel ilişkilerimizde önemli rol oynadı. Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon rotasyonundan artan zaman ve 2 yıllık iznimi biriktirerek Almanya’ya gittim. Yüzey değiştirme artroplastisini tez olarak almıştım ve tezimi Almanya’da hazırladım. Bu konudaki dostluk ve desteği için sevgili arkadaşım Dr. H. Bartsch’a teşekkür borçluyum. Bir asistanın tez çalışması için yurtdışına gidişi ilk kez oluyordu ve bu da daha sonra birçok kişi için gerekli yolu açtı. Bugün asistanlarımızı resmi izinleriyle bu tür çalışmalar için rahatlıkla yurtdışına gönderebiliyoruz.
Tezimi yazdım ve 1984 yılında uzmanlık eğitimimi bitirdim. çıkan sonuca göre Kalçada Yüzey Değiştirme Artroplastisinin sonuçları kötüydü. Fahri Hoca olayı hep şöyle özetlerdi: ‘Harzem diye bir münafık çıktı, bir tez yaptı. Biz de bu uygulamayı bıraktık!’. Bu gün bazı değişikliklerle yeniden güncelleşen bu yöntemi böylece terk ettik ama bu şekilde artroplastiyle yoğun ilişkim başlamış oldu. Bugün en karmaşık tümör protezleri konusunda sahip olduğum deneyimin temelinde bu ilgi yatar.
Uzmanlık sonrası gelen dönem oldukça hareketli idi. Evlendim, askerlik görevimi ve mecburi hizmetimi bu dönemde yaptım. Açıkçası uzman olduğumda ne tür bir yol çizeceğime karar vermemiştim ve zaten bunu belirlemek çok da benim elimde değildi. İlk yaptığım şey mecburi hizmet kurasını çekmek oldu. Senirkent, o dönemde Eğridir gibi bir merkezin yanında uzmanlığında çok şey yapmayı uman biri için talihsiz bir adresti. İlk kez benim için yolunda gitmeyen bir şeyi değiştirmem gerektiğini düşündüm. önce askerlik görevine başlayıp zaman kazanmayı planladım. Amacım dereceye girip askerliğimde İstanbul’a gelmekti. Dereceye girdim ancak 11 ortopedi kadrosu içinde İstanbul yoktu ve ben en yakın yer olan Derince’yi tercih ettim. Görev yerine gitmeden önce evlendim ve Derince’de oturmayı planladım. Göreve başlayıp hastane başhekimini ziyaret ettiğimde bana şunları söyledi: ‘Sen herhalde tesadüfen buraya geldin. Bu güne kadar burada ortopedist için kurulmuş bir sistem yoktu, halen de kolay kuramayız. Ama hastanemiz güzel ve manzaralıdır, arkadaşlıklar da çok iyidir, burada çok güzel zaman geçer’. Bilgi ve enerjisi ile dünyadaki tüm ortopedi hastalarını tedavi edeceğini zanneden birisi için bu ikinci şok olmuştu. İkinci kez bazı şeyleri değiştirmem gerekiyordu. Hastahanede ameliyat yapamıyordum, karşı kıyıdaki Gölcük’de ise ortopedi uzmanı yoktu. Hergün oraya gitmeyi teklif ettim, kabul görmedi. Ana depoları ziyaret edip malzemeler ısmarladım, bir türlü gelemedi. Bu arada evlenmiştim. Derince’de ev tutup taşınmaya çalışıyor ve arada bazı akşamlar İstanbul’a gidip sabah erkenden geri dönüyordum. Bağlı olduğum askeri birimin hastanelerinde ortopedi uzmanı yoktu ve ben burada iş yapamıyordum. Sonunda çözümün geçici görevle Haydarpaşa Askeri Hastanesi’nde görevlendirilmek olduğunu görüp gerekli ilişkileri kullanarak bunu gerçekleştirdim. Güç ve dolaylı da olsa İstanbul’a gelmeyi başarmıştım. Bundan sonraki adım mecburi hizmeti de İstanbul’da yapmayı becermekti. Sevgili eşim Yasemin çok iyi bir öğrenci olmasına rağmen üniversitede kalmayı arzulamamış ve serbest eczacılık yapmayı tercih etmişti. Ama hayat müşterek! Mecburi hizmeti İstanbul’da yapmanın yolu eş durumu olunca ona da yeniden çalışıp üniversitede öğretim görevlisi olma işi düştü. Eş durumundan mecburi hizmeti İstanbul’a getirmeyi de başarmıştık. Haydarpaşa Numune ve Taksim İlkyardım hastanelerinde tamamladığım mecburi hizmet görevim bana deneyim ve dostluklar kazandırdı. Ancak en önemli değişim, uzman olduğum gün ne yapmak istediğime dair var olan belirsizlik ve belki de umursamazlığın tamamen kaybolmasıydı. Artık kesin olarak üniversiteye dönmem gerektiğini biliyordum. Bugün yürekten inandığım o altın kural yine işledi. Sen elinden gelen tüm gayreti göster ve yeterince iste, sana kapıyı açan bir fırsat daima bulunur! Beş sene sonra geri döndüğümde neden orada olduğunu bilen, geleceğinin orada olduğunu gören, deneyimli, olgunlaşmış ve planları olan bir Harzem Özger’dim.
Yoğun çalışma alanım artroplasti idi. Kliniğimizde ilk çimentosuz kalça protezi (Parhofer) uygulamaları için Almanya’ya ve diz protezi (Vector-Maeva) uygulamaları için Fransa’ya gidip öğrenen ve uygulayan ekip içinde oldum. Yine artroplasti çalışması içinde 1991-1995 yılları arası Kıbrıs’a gidip pek çok ameliyat yaptım ve orada artroplasti uygulamasının temelini kurdum. Bu girişimleri organize eden Prof. Dr. Orhan Başkır hocamın adını burada teşekkürle anmak isterim.
Doçentliğe girme zamanım geliyordu ve öncesinde yurtdışında bir merkezde bir süre çalışmak istiyordum. çok yakın bir arkadaşım Viyana Tıp Fakültesi’nde çalışıyordu. Onu ziyarete gittiğimde, ortopedi tarihinde önemli yeri olan Viyana Tıp Fakültesi Ortopedi Kliniğine bir süre ziyaret için başvurdum. Tercih sebebim dilin Almanca olması ve arkadaşımın orada çalışması idi. Bundan sonraki mesleki yaşantımı yönlendirecek şeyden ise en ufak şekilde haberdar değildim. Kliniğin şefi Prof. Kotz’dan kabul cevabı geldikten sonraki hazırlık dönemimde Kas İskelet Tümörlerinin varlığı, Viyana Ortopedi Kliniği ve Prof. Kotz’un bu konudaki önemi konusunda bilgi sahibi oldum. Viyana ortopedik onkoloji eğitimi için o dönemin en önemli merkezlerinden biriydi ve başvuranlar kabul edilmek için uzun süre beklemekteydiler. Ben çok şanslıydım, hemen kabul edildim ve ne olduğunu bilmediğim ve tesadüfen seçmiş olduğum ortopedik onkolojiyi öğrenmek üzere Viyana’ya gitme hazırlıklarına başladım.
Zor bir dönemdi. Gitme hazırlıkları öncesinde çok şanssız bir şekilde babamı kaybettim. Bir ara gidişimi ertelemeyi düşündüm ama bugün bana acımı düşünme fırsatı vermeyen öylesine yoğun bir çalışma temposu ve değişik ortamın doğru seçim olduğunu düşünüyorum. Viyana dünyanın en güzel şehirlerinden biri. Ancak tümör biriminin her sabah 6:00’da başlayan, bütün gün süren ameliyatları nedeni ile kliniğin diğer birimleri ile neredeyse hiç karşılaşmaya olanak vermeyen bir çalışma temposu vardı. Prof. Kotz gibi nefes almayı bile kontrol eden bir şef, bendeki en kısa zamanda en fazla bilgi ve deneyim edinme hırsı ve gayreti, üstüne de Viyana’nın sosyal yaşantısının oldukça pahalı olması bu güzellikten yeterince zevk almamı engelledi. Seneler sonra zaman zaman tamamen gezi amaçlı seyahatlerle bunu telafi ediyorum.
Gerçek şu ki tamamen tesadüfen seçtiğim yer ve eğitim, ondan sonraki hayatımı yönlendirdi. Kendisinden çok şey öğrendiğim Prof. Kotz’a, birlikte çalıştığımız sevgili dostum Prof. Ritschl’a ve benim Viyana’yı seçmeme sebep olan arkadaşım Dr. Mualla Duman’a bunun için yürekten teşekkür borçluyum. Bu eğitim için kendi uğraşımı düşününce, bizim genç neslimizin bu deneyimi elde edebilecekleri ülkemizdeki merkezlere neden yeterince rağbet etmediklerini anlamakta güçlük çekiyorum.
1996 yılında doçentlik sınavına girdim. Jürimde ülkemizde ortopedik onkolojinin ilk uygulayıcı ve tanıtıcıları olan Prof. Dr Macit Üzel ve Prof. Dr Güven Yücetürk vardı. Bu tamamen bir tesadüftü ama bu iki duayenin varlıkları ve bana sınavımda hissettirdikleri güven duygusu çok önemliydi. Doçentlik sonrası ortopedik onkolojiye artarak devam eden ilgi ve bağlılığımda onların rolü çok büyüktür. Her ikisine de derin saygı ve sevgilerimi sunuyorum.
Geri döndüğümde bütün tümör vakalarının beni beklediğini, benim de her tür ameliyatı en iyi şekilde ve istediğim gibi yapabileceğimi düşünüyordum. Prof. Kotz beni yetiştirmişti, ve üstelik Kotz tümör protezlerinin temini için ilgili firmanın merkeziyle gerekli görüşmeleri de yapmıştı. Firmanın temsilcisini çağırdım ve ‘ben geldim, protezleri getir ve yapmaya başlayalım’ dedim. Tümör cerrahisi ile ilgili ilk gerçekle o gün karşılaştım. Temsilcinin cevabı şuydu ‘Siz kimsiniz, tümör protezi nedir? Anladığım kadarı ile bu pahalı bir yatırım; ben hem sizin ne kadar yapacağınızı bilemem. hem de zaten bu kadar fazla bir yatırımı düşünmüyorum!’ Bu ilk şoktu. Uzuv kurtarıcı cerrahi için tümörü çıkartıyordum ama rekonstrüksiyon için protez yoktu! çözüm bulmalıydım. İmdada ilk yetişen Dr. Hayati Durmaz oldu. Mikrocerrahiye heveslenmişti ve ‘Abi damarlı fibula diye bir yöntem var, senin vakalarda bunu uygulayalım’ dedi. Bu büyük kemik defektlerini başarı ile köprüleyerek moral bulduğumuz, ilk biyolojik rekonstrüksüyon yöntemimizdir. Bir müddet sonra plastik cerrahiden Dr. Murat Topalan geldi. O da mikrocerrahiye yönelmişti ve tümör rezeksiyonu sonrası mikrovasküler kemik ve yumuşak doku rekonstrüksüyonu yapmak istiyordu. Murat, Hayati’den bayrağı devraldı. Bugün en sıkıntılı şartlarda en karmaşık rekonstrüksüyonları başarı ile gerçekleştirebilen, çok önemli vaka serisine sahip bir ekibiz. Her iki dostumu da sevgi ve minnetle selamlıyorum. Biyolojik rekonstrüksiyon girişimlerimize daha sonra, kemiği tümörden arındırıp yeniden kullanabilme amacıyla recycling bone (geri kazanılmış kemik) yöntemlerini de ekledik. Bu şekilde otoklavizasyon ve ekstrakorporal irradiyasyon yöntemlerini uyguladıktan sonra, 2004 tarihinde sıvı azotu kullanmaya başladık. Biyolojik rekonstrüksüyonun bugün ulaştığı en kompleks yöntem olan geri kazanılmış kemik ve içine damarlı fibula kombinasyonunu ilk kez 2005 tarihinde uyguladım. HOT DOG adı ile tanıttığım bu yöntemi 2005 – 2014 yılları arasında 40’ın üzerinde vakada uyguladık ve başarı ile uygulamaya devam etmekteyiz.
Ancak her boşluğu kemikle dolduramıyorduk ve protez gereksinimim devam ediyordu. Bir kongrede basit ve sadece proksimal femur bölümü olan İtalyan kökenli bir protez görmüştüm. Yerli bir firma da basit menteşe eklemi yapabiliyordu. Swiss Otel’de bir kongredeydik. Arada terasta oturup çay içiyorduk. Orada ilk modüler tümör protez dizaynını çizdim. İzmir’de Hipokrat firması imalatı gerçekleştirdi. Bu şekilde ilk yerli modüler tümör protezi yapılmış oldu (1992). Bu protez gerçekten bize nefes aldırdı: 64 hastada kullandık, zamanla pek çoğu revize edildi. Benim bildiğim halen 3 hastada duruyor. Tabii ki bu sistemin eksikleri ve sorunları vardı. Ben bir taraftan protezle ilgili düzeltmeleri düşünüyor diğer taraftan da yurtdışındaki protezleri Türkiye’ye getirtmenin yollarını arıyordum. Kotz protezini getirecek firma temsilcisi halen ilgisizdi, ancak diğer firmaların ülkemize ilgisi artmakta idi. Chicago’da Dr. Finn’in geliştirdiği protez çok iyi bir alternatifti. Chicago’ya gidip Dr. Finnle bir süre çalıştım, ve uygulamaları öğrendim. Kısa bir süre sonra ilk Finn protezini uygulama zevkini tattım (17.08.1993). Bu şekilde ithal eden firmanın ekonomik nedenlerle bu işi bırakmasına kadar 38 Finn protezi uyguladık. Bu iyi bir malzeme idi, halen de birçok hastam bu protezle hayatlarını sürdürüyorlar. Diğer taraftan böyle kritik bir malzemede yurtdışına bağımlı olmanın ciddi sorunlarını erken ve geç dönemde yaşadık ve yaşıyoruz. Bugün bu malzeme artık piyasada yok ve basit bir ara parça yüzünden bazen tüm protezi değiştirmek zorunda kalıyoruz.
Bu nedenlerle yerli protezi geliştirme çalışmalarına devam ettim. İlk protezin eksiklerini düzelten, yeni kuşak yerli protezi ilk kez 07.07.1995 tarihinde uyguladım. Bu protez 1. ve 2. kuşak olarak uygulandı, daha sonra 3.kuşağını Türk Ortopedik Onkoloji Derneğinin tüm üyelerinin ortak katkıları ile hazırladık. Böylece geliştirilen ve TMTS adı verilen bu sistem pek çok merkezde önemli sayıda hastanın uzuvlarının kurtarılabilmesini sağladı.
Firma temsilcisi değişmiş, bizim de tümör protezi uygulamalarımız artmıştı. Nihayet 04.09.1997 yılında ilk Kotz protezini kullandım (Viyana dönüşünden 7 yıl sonra). Bu protezi, sonradan geliştirilen rotasyonlu modeli ile birlikte toplam 45 hastamızda uyguladık. Ancak temsilci firmanın sorunları yüzünden ithalatı durdu. Ardından yeni güncel olan Mutars protezinin ülkemize gelmesini sağlayarak kullanmaya başladık. İlk uygulama 20.07.2004 tarihinde olmak üzere, toplam 57 vakada kullanıldı. Yine uzayabilen protezi ilk kez 13.04.2004’de ve toplam 5 vakada uyguladık. Ancak devletin ödeme politikası değişti, ithalat durdu. Bu arada yerli protezi üreten firma da sıkıntıya düştü ve ben başlangıçtan 20 yıl sonra yine protez temin edemez oldum.
Yabancı kökenli protezlerde ithalatçı firma sorunları, yüksek fiyat ve devletin değişen ödeme politikaları nedeniyle sürekli temin sorunu yaşanıyordu. Mevcut yerli protezin ise bir türlü düzeltilemeyen kalite ve dizaynı, son zamanlarda da üretici firmaya bağlı problemleri yeni bir yerli protez tasarımını gerektiriyordu. Böylesine bir hastalığı yenip uzuvları ile hayata adapte olmuş değerli hastalarda zamanla ortaya çıkan protez sorunları giderek artıyordu. Sadece parça değişimi ile halledilebilecek bu durumlar yurtdışına bağımlı ve artık bulunamayan parça nedeniyle tüm protezin değiştirilmesini gerektirebiliyordu. Mevcut tüm tümör protezlerini, hem de hatırı sayılır sayıda kullanmış olmak, yukarda bahsettiğim dezavantajlar yanında bana çok değerli deneyimler de kazandırmıştı. Bunlardan yararlanarak PENTA-MUTS’u dizayn ettim.
PENTA-MUTS (Sapların beşgen yapısı nedeniyle PENTA-Modüler Uzuv Tamir Sistemi) ilk kez 22.04.2009 tarihinde kullanıldı. Bugüne kadar toplam 37 vakaya uygulandı. Böylece Viyana dönüşü yüzüme ilk çarpan güçlüğe ve ülkemizdeki tümör protezi sorununa kalıcı bir çözüm getirmeyi umuyorum.
İş hayatında başarılı ve verimli olabilmek için şu üç noktaya dikkat edilmesi gerektiğine inanırım: ORGANİZASYON, DOKÜMENTASYON, PREZENTASYON. Kas İskelet Sistemi Tümörleri ile uğraşmaya başladığım 1990 yılından bu yana bunları birbirleriyle uyum ve süreklilik içinde yürütmeye çalıştım.
Organizasyonun ilk adımı multidisipliner çalışma ekibinin bir araya gelmesi idi. İstanbul üniversitesi Onkoloji Enstitüsü’nün yakın komşuluğu büyük bir şanstı. Her pazartesi saat 12:00’da yaptığımız toplantılar ve ortak düşünüp aynı dili konuşabilen ekibimiz başarımızda çok önemli bir faktör oldu. Radyasyon Onkolojisinde Prof. Dr. Emin Darendeliler, Doç. Dr. Fulya Yaman ve Dr. Yavuz Dizdar, Medikal Onkoloji’de Prof. Dr. Sevil Bavbek ve Prof. Dr. Mert Başaran, Pediatrik Onkoloji’de Prof. Dr. İnci Ayan ve Prof. Dr. Rejin Kebudi, Patoloğumuz Prof.Bilge Bilgiç ve Radyoloğumuz Dr.Mehmet Calay’a bilgi, özveri, sorumluluk duyguları ve dostlukları için, birlikte tedavi ettiğimiz her hasta için yürekten teşekkür borçluyum.
Levent Eralp ile ilk kez, eski ameliyathanede ameliyata girmek üzere yıkanırken karşılaştım. Rahmetli annesi nedeni ile tümör cerrahisine ilgi duyduğundan bahsetti. Prof. Dr. Levent Eralp’le hoca asistan olarak başlayan ilişkimiz zaman içinde gerekli olgunlaşmaları geçirerek birbirini anlayan, seven ve değer veren bir dostluğa dönüştü. Levent benim için bilgi, sorumluluk ve deneyimine güvendiğim bir meslektaş olduğu kadar iyi ve kötü günlerimde hep yanımda olan ve olacağına inandığım kişidir. Birlikte gerçekleştirdiğimiz pek çok şey için kendisine teşekkür ediyorum.
Tanı ve tedavi ile ilgili deneyimlerimi geliştirirken yapılan işlerin değerlendirilmesi ve sunulabilmesi için dökümentasyon ve arşivlemenin ‘OLMAZSA OLMAZ’ lığını bilerek 1992 yılından itibaren tümör kayıt formu ve tümör arşivini oluşturdum. ülkemizde sağlık kurumlarının önemli bir eksiğinin sağlıklı ve devamlılık gösteren bir arşive sahip olmamak olduğuna hep inanmışımdır. Bugün özel vakalarımın da dahil edildiği 3200 vakalık (bu sayı hergün artmaktadır) düzenli tutulmuş ve elektronik ortama da nakledilmiş bir tümör arşivine sahip olmanın büyük gururunu taşıyoruz. Bu arşiv sayesinde istediğimiz çalışmayı rahatça yapabildiğimiz gibi bu değerli bilgileri gereksinim duyan meslektaşlarımızın kullanımına da sunabilmekteyiz. Arşivin oluşturulması ve yürütülmesinde en büyük emek sevgili yardımcım Nevim Bayraktar’a aittir; özverisi, sabrı, azmi ve aklı için ona yürekten teşekkür borçluyum.
1990 yılından beri Ortopedik Onkoloji ile ilgili tüm ulusal ve önemli uluslararası toplantıya aktif olarak katıldım ve katılıyorum. 4.Ulusal Ortopedik Onkoloji Kongresinin başkanlığını yaptım. TMTS (Türk Kas İskelet Sistemi Tümörleri Derneği)’nin kurucu üyesi ve 2008-2010 dönem başkanıyım. ISOLS (International Society of Limb Salvage), EMSOS (European Musculoskeletal Oncology Society) ve APMSTS (Asia Pacific Musculoskeletal Tumor Society) üyesiyim. Bir çok tez yöneticiliğim, yerli ve yabancı yayınım var. Pek çok genç meslektaşıma ortopedik onkoloji konusundaki bilgi ve deneyimlerimi aktarmaya çalıştım ve çalışıyorum.
Ancak topluma ulaşmada sadece bilimsel alanda prezentasyonun yetmediğini düşünüyorum. Günümüzde en kötü huylu tümörlerde bile hastalarımızın %65’inin hayatını kurtarabiliyoruz;ancak %35’lik bir hasta gurubunu halen kaybetmekteyiz. Bu da bize engellenebilecek hataları yapma hakkımız olmadığını gösteriyor. Başarı, tedavinin yeterli bilgi,deneyim ve donanıma sahip merkezlerde uygulanması ile mümkündür. Ancak bir o kadar önemli olan da hekim ve hastaların doğru bilgi ve yönlenme konusunda eğitilmeleridir. Dersler, kongre ve toplantılar bunu sadece ilgilenenler için sağlayabilmektedir. Özel olarak bu konuyla ilgilenmeyen hekimler ve beklemedikleri bir anda içine düştükleri bu sıkıntılı durumda yol ve yardım arayan hastalara güncel ve doğru bilgileri sunarak doğru zamanda doğru yere yönlenmelerini sağlayacak ve internet yoluyla ulaşılabilecek bir web sitesinin bu amaca en uygun yöntem olacağını düşündüm; www.ortopedikonkoloji.org bu amaçla oluşturuldu. Bu sitede klasik bilgilerin yanında kendi deneyim ve görüşlerimi, 1990 yılından bu yana tümörlerle birlikte düşünebilme gayretinin felsefesini sunmaya çalıştım. Sitenin hazırlanışında büyük emeği geçen Dr. Önder Kılıçoğlu’na teşekkür ediyorum.
Yirmi bir yıl içinde binlerce tümör hastası tedavi ettim. Bunların bir bölümü bugün yaşamıyor. Ancak önemli bir bölümü hayatta ve onlarla beraber olduğum zamanlar kendimi dünyanın en ayrıcalıklı insanı hissediyorum. Bir şekilde bana kızmış ya da kırılmış olanlar varsa onlardan özür diliyorum; bilsinler ki onlar için en iyi ve doğru olanı yapmayı düşündüm. Bir çok hastamla ilişkim devam ediyor, sözlerinden ve bakışlarından duygularını anlıyorum. Bir grup hastam kontrole gelmiyor, hatta aramıyor. Bunların hemen hepsi bir fırsatla bana sevgi ve minnetlerini belirtiyorlar, ancak yaşadıkları ve bir daha hatırlamak istemedikleri şeyleri hatırlattığım için benimle karşılaşmak istemiyorlar. Ben, hemen kimsenin sahip olamayacağı farklı bir aile ilişkisinin bir tarafı, ailenin büyüğü olarak, tüm hastalarım için kaygılanıyorum. Ben olmasam da kendi başlarının çaresine bakabilecekleri, başkalarının anlamakta zorlandığı ama onlara tanıdık gelen sorunları, mutlulukları paylaşabilecekleri ortak bir aileleri olsun istiyorum. Benzer sorunlarla karşılaşıp ne yapacağını bilemeyen yeni hastaları, belki bazılarının yaşamış olduğu sıkıntıları yaşamadan, içlerine alarak doğru yönlendirebilecekleri, ortak sorunları paylaşarak hafifletebilecekleri, ilk şoku daha kolay göğüslemelerini sağlayacak bir aile kurmalarını istiyorum. İşte bu amaçla 16.04.2010’da KİTDER (KAS İSKELET TÜMÖRLERİ DERNEĞİ) kuruldu. Amacına uygun şekilde gelişip çalışacağını umuyorum.
Evet, çıraklıktan ustalığa… 1973 yılında çırak olarak başladığım koşuya 2011 yılında, 38 yıldır devam ediyorum. Bu süre içinde zorlandığım, sıkıldığım, üzüldüğüm, kızdığım zamanlar oldu ancak hem İstanbul Tıp Fakültesi, hem de Ortopedi ve Travmatoloji mensubu olmaktan hep onur duydum, mutlu ve umutlu oldum.
Bugün etrafımızı saran ve özellikle genç meslektaşlarımızı etkileyen mutsuzluk ve umutsuzluktan sıyrılmak için geçmişimi hatırlamak önemliydi. Gördüm ki hiçbir zaman hiçbir şey önüme hazır ve sorunsuz konmamış. Ancak ben yılmamışım ve gayret etmişim. Birçok ilki gerçekleştirebilmiş, kendim, meslektaşlarım ve hastalarım için pek çok güzel ve yararlı şey yapabilmişim. Hobilerimi yaşar gibi mesleğimi yapmış, çok mutlu olmuşum; ve en önemlisi gördüm ki ben istemiş ve gayret etmişim, hayat ben farkında olmasam da doğru olanı benim karşıma çıkarmış ya da benim için yapmış. Bugün de aynı şeyi yapmaya devam edeceğim. Doğru olanı yapıp umudumu kaybetmeden gerekli gayreti göstereceğim ve kaderin hayatımı yönlendirmesine fırsat vereceğim. Tüm meslektaşlarıma, özellikle koşuya yeni başlamış meslektaşlarıma sesleniyorum; Ufka koşu devam ediyor, umutlarınızı hep canlı tutun, gerekli istek ve gayreti gösterin, kaderinize hayatınızı yönlendirme şansı tanıyın!
Sevgilerimle,
Prof. Dr. Harzem ÖZGER