Hareket sistemindeki kemik, kas ve yumuşak dokuları tutmuş olan tümörlerin cerrahi tedavisiyle ilgilenen ortopedi dalıdır.
Hayır. Kas iskelet sisteminde görülebilen kitleler iyi huylu ve kötü huylu olabilirler. Selim tümörler nispeten yavaş büyürler ve vücudun başka bölgelerine yayılım göstermezler. Selim tümör hücreleri normal doku hücrelerine çok benzerlik gösterirler ve genellikle düzgün sınırlı kitleler oluştururlar. Habis tümör hücreleri ise kökenini aldıkları hücrelere yapı ve fonksiyon olarak hiç benzemezler, hızlı ve kontrolsuz bölünerek büyür ve vücudun diğer bölgelerine atlayabilirler.
Selim tümörler nispeten yavaş büyürler ve vücudun başka bölgelerine yayılım göstermezler. Selim tümör hücreleri normal doku hücrelerine çok benzerlik gösterirler ve genellikle düzgün sınırlı kitleler oluştururlar. Habis tümör hücreleri ise kökenini aldıkları hücrelere yapı ve fonksiyon olarak hiç benzemezler, hızlı ve kontrolsuz bölünerek büyür ve vücudun diğer bölgelerine atlayabilirler.
Selim tümörler de kendi aralarında davranış şekillerine göre gruplandırılırlar. Bir grubunu sadece takip etmek yeterlidir. Bir grubu ise büyüyerek çevre dokuların yapı ve direncini zayıflatır. Bu nedenle bunlara müdahale etmek gerekebilir. Diğer bir grup ise vücudun başka bölgelerine atlamadıkları ve hayatı tehdit etmedikleri için selim olarak kabul edilseler de hızla büyüme, çevrelerindeki dokuları işgal etme ve kolayca tekrarlama özellikleri nedeniyle kötü huylu tümörlere benzer cerrahi yaklaşım gerektirirler.
Tümörler ile ilişkili başlıca şikayetler şişlik, ağrı ve kendiliğinden ortaya çıkan kırıklardır. Tümörlerin en belirgin bulgusu görülebilen ya da elle hissedilebilen şişliktir. Bu şişlik birdenbire ortaya çıkıp hızla büyüyorsa, sert ve etrafındaki dokulara yapışıksa kötü huylu bir tümörden şüphelenmek uygun olacaktır. Yine uzunca süredir değişmeden duran bir şişlikte hızlı büyümenin başlaması huy değiştirme konusunda uyarıcı olmalıdır. Ancak vücut boşluklarına doğru büyüyen ya da derinde yerleşmiş şişlikler ancak etraflarındaki dokuları sıkıştırmaya başlayınca farkedilir hale gelirler. Ağrı düşüldüğünün aksine bazı tümör türleri dışında ancak ileri dönemlerde büyük tümör kitlesinin çevresini sıkıştırması veya zayıtlattığı kemikte kırık başlaması ile ortaya çıkar. Bazen de önceden herhangi bir şikayet olmaksızın tümörün zayıflattığı kemikte kendiliğinden kırık oluşur.
Kas iskelet sistemi tümörleri, tüm tümörler içinde oldukça ender görülen bir hastalık grubudur. Tüm kötü huylu tümörlerin binde ikisini oluşturur. Ender görülmeleri bu konu hakkındaki doğru bilgilerin ancak düzenli olarak bu konular üzerinde çalışan merkezlerde birikmesine yol açmaktadır.
Ender görülen bir hastalık grubu olduğu için gerekli bilgi ve deneyim özellikle bu hastalıkların tedavisi ile uğraşan ortopedik onkoloji uzmanları ve merkezlerinde mevcuttur. Hasta mutlaka tanı aşamasından itibaren bu merkezlere başvurmalı, tedavi ve takiplerini bu merkezlerde devam ettirmelidir.
Çevremizdeki bazı etmenlerin bazı kanser türleri ile ilişkili olduğu gösterilmiştir. örneğin sigara kullanımı akciğer kanserine, asbest ile temas mesane kanserine yol açabilmektedir. Kas ve iskelet sistemi tümörlerinde dış faktörler ile benzer bir ilişki henüz gösterilememiştir. Ancak, tümör kabul edilmeyen bazı hastalıkların zemininde (Paget hastalığı, nörofibromatozis gibi) ya da ışın tedavisi uygulamalarından sonra habis tümörlerin gelişebildikleri bilinmektedir. Bazı tümörlerin (örneğin multiple herediter egzostoz) ailevi geçişi mevcuttur. Genlerin hastalıklar üzerine olan etkileri ile ilişkili çalışmalar ilerledikçe bu konuda daha ayrıntılı bilgilere ulaşacağımızı ümit etmekteyiz.
Hemen tüm tümörlerin tedavisinde temel amaç, hastalıklı dokunun vücuttan ameliyatla, tam olarak çıkartılmasıdır. Bu işlem biyopsi aşamasından başlayarak her tümör türü için farklıdır ve önemli incelikler içerir. Cerrahiyi kolaylaştırmak, lokal tekrarı ve sistemik yayılmayı önlemek amacıyla radyoterapi ve kemoterapi yardımcı tedaviler olarak uygulanabilir.
Tümörden tamamen kurtulabilmek için hastalıklı uzvun kesilmesine amputasyon denir. Günümüzde tercih edilen yöntem ise tümörlü dokuların amputasyona eşdeğer güvenilirlikte vücuttan uzaklaştırılması ve sonra geride kalan uzvun kullanılabilir şekilde yeniden onarılmasıdır. Bu yaklaşıma ‘uzuv koruyucu’ ya da ‘uzuv kurtarıcı cerrahi’ denir.
Eklem yüzeylerini içeren kayıplar metalden yapılmış ve eklemin görevini yapan protezler ile tamir edilir. Eklem dışındaki kemik kayıpları hastanın vücudunun başka bir yerinden veya başka bir insandan alınan kemikle veya sentetik olarak üretilen kemik benzeri maddeler ile doldurulabilir. Kemik kayıplarını karşılamak amacıyla kalan kemiğin boyunu uzatarak boşluğu doldurmak da mümkündür. Yumuşak doku kayıpları ise vücudun başka bölgelerindeki kas ve cilt dokularının ihtiyaç görülen bölgeye kaydırılması veya damarı ile nakledilmesiyle kapatılır.
Doğru olan geride tümör dokusu bırakmadan kitlenin geniş olarak çıkartılmasıdır. Cerrahi girişim ile tümörün kötü huylu dönüşümü söz konusu değildir. Yetersiz cerrahi ile geride tümör dokusu kalırsa tümör yayılır.
Bu ameliyatlar birçok organ sistemini ilgilendirir. Kanama, emboli (pıhtı atması) gibi durumlara bağlı genel riskler olabileceği gibi tümörden kurtulmak için bazen bir çok önemli dokunun (damar – sinir – kemik – eklem) çıkarılması gerekebilir. Bu kayıpların önemli bir bölümü daha sonra tamir veya rekonstrükte edilebilir özelliktedir.
Kötü huylu tümörler, uygun cerrahi tedaviye rağmen % 8-12 oranında bulundukları yerde tekrarlayabilirler. Bu oranın düşmesi uygulanacak cerrahinin kalitesi yada doğruluğuna bağlıdır. Lokal nüks oranının artması cerrahinin doğru sınırlarda yapılmadığını göstermektedir. Bu tümörlerin %30-35 oranında başka organlara sıçrama riski mevcuttur.
Uygun ve doğru rekonstrüksiyonlardan sonra hastaların çok büyük bölümü normal yaşantılarına dönebilmektedir. Bazı hastalarda gelişen eksiklikler (uzuvlarda kısalık / deformite vs.) zaman içinde ilave girişimler gerektirebilir.
Yapılan girişimin türüne bağlı olmak üzere 2 ile 6 ay arasında değişen bir tedavi ve iyileşme süreci vardır. Bazı tümörlerde ise 1 yıla varan kemoterapi uygulaması söz konusudur.
Tümörün bulunduğu yerde tekrarı yada başka organlara sıçrama riski nedeniyle hastalar 1. yıl 3 ayda bir, 2. yıl 6 ayda bir, daha sonra senede bir olmak üzere 10 yıl takip edilirler. Ayrıca, yapılan tamir girişimlerinde ortaya çıkabilecek sorunların zamanında belirlenerek müdahele edilmesi için böyle bir takip gereklidir.
Doğru kişi ve merkezlere ulaşıldığı taktirde bilgi, deneyim ve teknik yeterlilik açısından ülkemiz bu konudaki lider klinikler ile eşdeğer durumdadır. Ancak sorun, gerek hastaların gerek hekimlerin bu işin ancak tanı aşamasından başlayıp tüm tedavi boyunca doğru adreste sürdürülen bir tedavi ile mümkün olacağı bilincinde olmamasıdır. örneğin hastaların bir kısmı, kol-bacak gibi uzuvlarda da tümör olabileceğinin bilincinde değil. Hekimler ise biyopsinin öneminin farkında değil ve bu tümörlerin tedavisinde amputasyonun tek seçenek olduğunu düşünmekteler, uzuv koruyucu cerrahi hakkında bilgi sahibi değiller. Hastaların ve ortopedik onkolojiyle uğraşmayan tüm hekimlerin bu konuda bilinçlendirilmesi gerekmektedir.
Hastanın hayatta kalmasını belirleyen tümörün sistemik yayılım (başka organlara sıçrama) yapıp yapmamasıdır. Geride tümör hücresi bırakmadan, geniş ve koruyucu bir doku örtüsü ile kaplı olarak tümörün çıkartıldığı uzuv koruyucu cerrahi ile tümörle birlikte uzvunda kesilip alındığı amputasyon cerrahisi arasında geride tümör kalması açısından bir fark yoktur. Burada önemli olan nokta uzuv koruyucu cerrahinin deneyimli ellerde yapılmış olmasıdır. Uygun olmayan şekilde yapılmış uzuv koruyucu cerrahide lokal nüks ihtimali yüksektir.
Başlangıçta çıkarılabilecek boyutlardaki tümör, zamanla hayati dokulara da(damar – sinir – eklem) yayılarak veya bunları sararak ancak uzuv feda edilerek çıkarılabiliecek hale gelebilir. Uzak organlara sıçrama ihtimali artar. Dışarı patlayarak giderek büyüyen yaralar açılmasına neden olabilir. Dayanılmaz ağrılara yol açar. En nihayetinde ya lokal ya da sistemik komplikasyonlardan dolayı ölüme sebebiyet verir.
Biyolojik ve biyolojik-olmayan rekonstrüksiyon yöntemleriyle çıkartılan tümörün yeri doldurulmaktadır. Biyolojik yöntemlerde, hastanın kendisinden veya kemik bankasından temin edilen dokularla boşluk doldurulmakta ve dokuların işlevsel hale gelmesi için belli bir iyileşme süresi beklenmektedir. Biyolojik-olmayan yöntemlerde ise protez gibi harekete daha kısa sürede izin veren ama gevşeme riski olan implantlar kullanılmaktadır. Eğer kısalık kalırsa veya çocuklarda olduğu gibi büyümeyle sonradan kısalık oluşursa uzatma için ek ameliyatlar yapılabilir. Bunun yanında bazı protezlerin uzayabilme özelliği vardır.
Protezle yapılan tamirlerde aşırı ve anormal zorlamalar protezin zamanından önce aşınmasına ya da gevşemesine yol açabilir bu yüzden özellikle kontakt sporlar önerilmez ancak bunun dısındak tüm sportif aktiviteler (örneğin yüzme) tüm tamir ameliyatlarından sonra mümkündür.
Doğru ve uygun tedaviyle en kötü huylu tümörlerde bile %70’e varan kür şansı vardır.
Tümörün cinsi ve tekrarlama durumuna göre kemoterapi, radyoterapi ve cerrahi tedavi yöntemlerinden biri ya da hepsi, kombinasyonlar şeklinde uygulanabilir.